Meme Kanseri ve Tanısı
Prof. Dr. Abut Kebudi
Genel Cerrahi Uzmanı
Cerrahi Onkoloji Uzmanı
Meme kanseri, meme dokusundaki hücrelerin kontrolsüz çoğalmasıyla ortaya çıkan ve zamanla yayılabilen bir hastalıktır. Kadınlarda en sık görülen kanser türüdür ve özellikle Batı toplumlarında daha yaygın olarak karşımıza çıkar. İstatistiklere göre, her 8 kadından biri yaşamı boyunca en az bir kez meme kanseri tanısı alabilir.
Bu noktada erken tanının önemine dikkat çekmek istiyorum. Meme kanseri erken evrede tespit edildiğinde, hastalığın kadına zarar vermesi önlenebilir ve daha hafif tedavilerle başarılı sonuçlar alınabilir. Bu nedenle, riskli grupların belirlenmesi ve hastalığın mümkün olduğunca erken yakalanması hayati önem taşır.
Meme kanseri erkeklerde de görülebilir, ancak kadınlara kıyasla oldukça nadirdir. Genel olarak, her yüz kadına karşılık bir erkekte meme kanseri görülmektedir.
Meme kanseri neden olur?
Meme kanserinin nedenleri genel olarak tam olarak bilinmemektedir. Vakaların %80-90’ında kesin bir neden tespit edilemezken, %5-10 oranında bazı faktörlerin etkili olduğu bilinmektedir. Bu faktörler arasında genetik ve ailesel yatkınlık önemli bir yer tutar. Özellikle BRCA1 ve BRCA2 gibi gen mutasyonları, meme kanseri riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Bu gen mutasyonlarına sahip kişilerde, 40 yaşından sonra %70’e varan oranlarda meme kanseri gelişebildiği gösterilmiştir.
Bu nedenle, ailesinde genç yaşta meme kanseri görülen, birden fazla kişide meme kanseri olan, iki taraflı meme kanseri vakaları bulunan veya erkek meme kanseri olan kişilerin genetik açıdan araştırılması büyük önem taşır. Meme kanseri tanısı alan kişilerde de gen testlerinin yapılması önerilir. Eğer bu testlerde pozitif bir sonuç çıkarsa, diğer aile bireylerinin de genetik taramadan geçmesi tavsiye edilir. Bu şekilde, genetik mutasyon taşıyan kişilere önleyici tedaviler uygulanabilir.
Önleyici tedaviler neler olabilir?
- Yakın takip: Düzenli mamografi, ultrason veya MR gibi görüntüleme yöntemleri ile erken teşhis imkanı sağlanır.
- İlaç tedavileri: Bazı ilaçlarla meme kanseri riski azaltılabilir.
- Cerrahi müdahale: Yüksek risk taşıyan kişilerde, her iki memenin koruyucu amaçla alınması (profilaktik mastektomi) gündeme gelebilir. Bu durum, Angelina Jolie’nin geçirdiği ameliyatla gündeme gelmiş ve kamuoyunda dikkat çekmiştir.
Bunların yanı sıra, meme kanseri riskini artıran diğer faktörler şunlardır:
- İleri yaş: Özellikle menopoz sonrası dönemde risk artar.
- Obezite: Kilolu olmak, hormon dengesizliklerine yol açarak meme kanseri riskini artırabilir.
- Stres ve çevresel faktörler: Stres, hava kirliliği, radyasyon gibi faktörlerin de meme kanserini tetikleyebileceğine dair bulgular vardır.
Öte yandan, düzenli egzersiz yapan, sağlıklı beslenen ve ideal kiloda olan kadınlarda meme kanseri riskinin daha düşük olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemek, meme kanseri riskini azaltmada önemli bir adımdır.
Sonuç olarak, meme kanserinin nedenlerinin büyük bir kısmı bilinmese de, genetik yatkınlık gibi bilinen risk faktörlerine karşı önlem almak mümkündür. Erken teşhis ve koruyucu tedbirler, meme kanseriyle mücadelede en etkili yöntemlerdir.
Bir kadın meme kanserinden korunmak için neler yapmalıdır?
Bir kadının meme kanserinden korunması ve genel yaşam kalitesini artırması için dikkat etmesi gereken bazı önemli noktalar vardır. Öncelikle, kendi kendine meme muayenesini öğrenmeli ve düzenli olarak yapmalıdır. Bu muayene sırasında büyük daireler çizerek, ardından daha küçük dairelerle ve koltuk altını da içerecek şekilde kontrol etmelidir. Sertlik, kızarıklık, meme ucunda akıntı veya cilt değişikliği gibi belirtileri fark ettiğinde doktora başvurmalıdır. Başlangıçta bu sürece yabancılık çekebilir, ancak zamanla kendi vücut yapısını tanıyacak ve olası değişiklikleri daha kolay fark edecektir.
Doktora düzenli kontrole gitmek de çok önemlidir. Genellikle meme sertliği ve ağrı şikayetleriyle başvuran hastaların büyük bir kısmında iyi huylu oluşumlar tespit edilir. Bu tür durumlarda panik yapmamak gerekir. 20 ile 40 yaş arasındaki kadınlar, herhangi bir şikayeti olmasa bile en az üç yılda bir doktor kontrolüne gitmelidir. 40 yaşından sonra ise bu kontrollerin yılda bir kez düzenli olarak yapılması önerilir.
Görüntüleme tetkikleri, erken tanı açısından kritik rol oynar. 40 yaş öncesinde genellikle ultrason kullanılırken, 40 yaş ve sonrasında mamografi ile birlikte ultrason tercih edilir. Yüksek risk grubundaki kadınlarda, özellikle ailesinde meme kanseri öyküsü olanlarda, 20’li yaşlardan itibaren MR gibi ek görüntüleme yöntemleri de kullanılabilir.
Bu adımları takip ederek, meme kanseri erken evrede tespit edilebilir ve en az tedavi ile en iyi sonuçlar elde edilebilir.
Bir kadın meme kanseri kontrollerine ne zaman başlamalıdır?
Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi, 20 ile 40 yaş arasında hiç şikayet olmasa da 3 yılda bir meme konusunda uzman bir doktora gitmek gerekiyor. Bu dönemde genellikle muayenenin yanı sıra en sık ultrason kullanılıyor. 40’tan sonra ise risk olsun olmasın her sene düzenli kontrole gidilmeli. Burada kullanılacak görüntüleme yöntemi esas olarak mamografidir. Ancak ideali mamografinin yanı sıra bir de ultrason eklenmesidir.
40’tan önce mamografi çekilir mi?
Elimizde bir baz olsun diye 35-40 yaş arası bir tane çekmekte fayda var. Ama ailede ciddi bir risk varsa, genetik bir risk varsa biz bunun mamografi çekilme yaşını, senelik takip edilme yaşını 35’e, hatta 30’a kadar çekebiliyoruz.
Meme kanserinin görülme sıklığı nedir?
Meme kanserinin görülme sıklığı dünyanın bulunduğu bölgeye göre değişir. Örneğin, Batı toplumlarında, özellikle Amerika ve Avrupa’da her 8 kadından birinin bu hastalığa yakalandığı görülüyor. Japonya’ya doğru gidildiğinde ise meme kanseri çok daha az görülüyor. Bunun beslenme, çevresel faktörler ve kiloyla ilişkisi olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca tabii ki genetik yapının da burada önemi büyük.
Türkiye’ye geldiğimizde, meme kanseri görülme sıklığı Amerika ve Avrupa kadar yüksek değil. Ancak şöyle bir özellik var: Türkiye’nin özellikle doğusuna gittikçe hastalık seyrek görülse de maalesef daha ileri evrede yakalanıyor, erken teşhis edilemiyor. Türkiye’nin batısında ise daha erken teşhis edilebiliyor. Dolayısıyla meme kanseri, dünyanın bizim konumumuza göre batısında olan bölgelerde, Avrupa ve Amerika’da daha sık görülmektedir.
İlginç bir bilgi daha: Amerika’ya göç eden Japon ırkını ele alırsak, onlarda da zamanla batılı tipi yaşam tarzı (beslenme, stres, hayat tarzı, çevresel faktörler vb.) nedeniyle bu hastalığın görülme sıklığının arttığı görülüyor. Dolayısıyla meme kanserinin batı toplumlarında daha sık olduğunu söyleyebiliriz. Yine meme kanseri, Aşkenaz Yahudilerinde de daha sık görülebiliyor. Yani meme kanserinin ırk, genler, beslenme biçimi ve çevresel faktörlerle ilgisi olduğunu söyleyebiliriz.
Kimler meme kanseri riski altındadır?
Meme kanseri riski altında kimler var diye düşündüğümüzde, öncelikle kadın olmak bir risktir. Erkeğe göre 100 kat daha fazla görülüyor. İleri yaş bir risk, menopoz sonrası olmak bir risk. Ama en önemlisi ailesinde birinci derece yakınında meme kanseri olmuş olması. Bu en önemli risklerden birisidir. Tabii ki ama ailesinde meme kanseri olan her kişide de meme kanseri olacak diye bir kural yok. Ama şunu söylememiz lazım, ailesel meme kanseri yaklaşık %10-%15 sebep oluşturabiliyor meme kanserinde. Bunların bir kısmı da genlere bağlı, bir kısmı da genlere bağlı değil. Genlere bağlı olanların vereceği bir vereceği ve daha sayabileceğimiz başka bir takım gen değişiklikleri, gen mutasyonları nedeniyle olduğunu biliyoruz. Meme kanserli olan kişide bunun yapılması bu testin daha sonraki kardeşlerin neslini etkilemesi bakımından çok önemli.
Dolayısıyla şöyle söyleyelim, ailesinde birinci derece yakınlarında anne ve kız kardeşinde meme kanseri olması, genç yaşta meme kanseri görülmesi, ailede erkekte meme kanseri görülmesi, her iki memede birden meme kanseri görülmesi, o kişilerin riskini arttırıyor.
Bu kişilerde mutlaka gen testlerinin, özellikle meme kanseri olan kişide yapılması ve o kişide genetik bir mutasyon, bozukluk, değişiklik saptanırsa meme kanserine yakalanmamış diğer üyelere bu testin yapılması çok değerli. Böyle bir durum var ise, önlem almak hastanın bu hastalıktan zarar görmesini ya da minimize zarar görmesini sağlamak mümkündür.
Meme kanseri belirtileri nelerdir?
Meme kanseri belirtileri denince ilk akla gelmesi gereken şey, memede bir sertlik olmasıdır. Bazen memede ciltte bir kızarıklık olması, meme ucundan bir akıntı olması, memede ya da koltuk altında bir sertlik olması da belirtiler arasında sayılabilir. Bunlar başlıca belirtilerdir. Fakat bazen sinsi olabilir, fazla bir belirti vermeyebilir. En önemli bölüm orasıdır. Hiçbir şikayet yokken özellikle 35-40 yaşından sonra düzenli olarak, özellikle meme ile uğraşan bir meme cerrahına görünmekte yarar var. Hiç de şikayet olmayabilir. Muayenede bir şey bulunmayabilir. Fakat filmlerde şüpheli bir şey bulunabilir. Ve orada hastalığı çok erken tanımak ya da hastalığa yol açabilecek bir olayı tanımak ve yok etmek mümkün. O bakımdan hiçbir belirti vermeyebileceği gibi az önce bahsetmiş olduğum sertlik, cilt değişiklikleri, koltuk altındaki değişimler ve meme ucundan akıntı gibi bulgular bize meme kanserini düşündürmelidir.
Meme kanseri şüphesi olan kişi hangi doktara başvurmalıdır?
Meme kanseri şüphesi olan bir kişinin başvurması gereken doktor, özellikle meme hastalıklarıyla uğraşan bir genel cerrah olmalıdır. Çünkü bu hekim, hastanın muayenesi, filmlerinin yorumlanması, daha sonra biyopsi yapılması ve gerekirse onkologla karşılıklı konuşulması gibi süreçleri yönetir. Tedavisi de çoğunlukla ameliyatla başlar. Meme kanseri tedavileri, belli bir evreye geçmemişse cerrahi ile başlar. Dolayısıyla meme kanseri şüphesi olan ya da meme kanseri olabilecek belirtileri olan kişilerin özellikle meme hastalıklarıyla yoğun olarak uğraşan bir genel cerrahi uzmanına gitmesi ve tanı ve tedaviye oradan başlaması yararlıdır.
Meme kanserinde erken tanının önemi nelerdir?
Meme kanserinde erken tanı çok önemlidir. Çünkü meme kanseri, adı kanser olmasına rağmen erken tanı konulursa her kişinin daha az tedavi yöntemiyle iyileştirilmesi mümkün olabilir. Hem de bu hastalıktan zarar görmesi, ileride hastalığın birtakım ölümcül sonuçlara yol açabilmesini engellemek mümkündür. Erken tanılandığı zaman daha sınırlı cerrahi yapıyoruz. Ve de bu hastalığı kontrol altına aldığımız için, herhangi bir yayılma söz konusu olmadığı için birtakım ileri hastalıklar hariç bunun yayılması da önleniyor. Dolayısıyla erken tanı kişinin geleceğinde çok değerlidir.
Bir başka şey daha var. Erken tanı konulduğu zaman yapılacak olan cerrahi de daha minimal, daha sınırlı olacağı için hastanın meme yapısının bozulması, kozmetik bakımından da daha iyi sonuçların alınması mümkün. Dolayısıyla daha az tedavi, daha iyi kozmetik sonuç ve daha iyi bir gelecek için erken tanı çok değerlidir.
Meme kanseri nasıl erken teşhis edilir?
Meme kanserinin erken tanısının hastanın geleceğini olumlu yönde etkilediğini biliyoruz. Peki, meme kanserini nasıl erken teşhis edebiliriz? Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği bir protokol var. Buna göre;
- 20 ile 40 yaş arası, şikayet olmasa da 3 yılda bir meme ile uğraşan bir cerraha kontrole gitmek,
- 40 yaşından itibaren ise bunu senede bir yapmak gerekiyor.
Bu, işin hekime gitme boyutu. İkinci önemli nokta, her ay kadının kendini düzenli bir şekilde muayene etmesi. Bunu öğrenmesi çok önemli. Yani, kendi kendine muayene ve hekime gitme adımları erken teşhis için kritik.
Üçüncü bölüm ise film çekilmesi meselesi. Özellikle 40 yaşından itibaren bazı görüşlere göre senede bir, bazı görüşlere göre iki senede bir mamografi çektirmek çok değerli. Buna tarama mamografisi diyoruz. Bunlar düzenli yapıldığı takdirde hastalığı çok erken evrede, hatta ve hatta meme kanseri gelişmemiş bir evrede yakalamak mümkün olabiliyor.
Özetlemek gerekirse,
- 20 yaşından itibaren hayat boyu ayda bir kendi kendini muayene etme,
- 20-40 yaş arası 3 yılda bir, 40’tan itibaren yılda bir meme ile uğraşan genel cerraha muayeneye gitme (şikayet olmasa bile)
- 40 yaşından sonra düzenli aralıklarla mamografi çektirme,
bu hastalığın erken tanınması için çok değerlidir.
Meme kanserinde tanı koyma yöntemleri nelerdir?
Meme kanseri tanısı nasıl konulur? Kişi bize bir şikayetle başvurabilir. Bu şikayetler arasında memede sertlik, meme cildinde kızarıklık veya şişlik, meme ucundan akıntı veya koltuk altında şişlik sayılabilir. Hasta bize az bir şikayetle, hatta hiç şikayet olmadan da gelebilir. Bu durumda biz kendi muayenemizde bu ve buna benzer birtakım bulgularla tanıyı koyabiliriz.
Ayrıca, biz bir şeyden şüphelenmiş olabiliriz veya olmayabiliriz. Yaşına göre mamografi, ultrason ve gerekirse MR gibi görüntüleme yöntemleriyle memeyi ve koltuk altını inceliyoruz. Bütün bunlar bize o kişide bir şey olup olmadığı hakkında fikir veriyor. Bir sonraki aşama ise biyopsi yapılmasıdır. Mümkünse ince iğne veya kalın iğne biyopsi ile biyopsi yapılması, keserek biyopsi yapılmaması önerilir. Keserek biyopsi yapıldığı birtakım özel durumlar vardır ama mümkün olduğu kadar iğne ile gitmekte fayda var.
Demek ki kişinin kendi kendine muayenede saptayabileceği, bizim muayenede saptayabileceğimiz şeyler, bunun dışında radyolojik yöntemlerle memenin değerlendirilmesi ve son aşama ise biyopsi yapılması ve bu biyopsi sonucunda da patolojik bir yapı olup olmadığının değerlendirilmesi meme kanseri tanısında önemli adımlardır.
Bütün bunlar bir araya konduğunda, bunlar sırayla ve düzenli bir şekilde yapılırsa tanıyı en düzgün şekilde koyabiliriz.
Meme kanseri tanısı için görüntüleme yöntemleri nelerdir?
Meme kanseri değerlendirilirken, daha doğrusu meme hastalıkları değerlendirilirken elimizde hangi görüntüleme yöntemleri var?
Birincisi mamografi, ikincisi ultrasonografi daha sonra MR. Ama bunun dışında tomosentez, kontrastlı mamografi gibi değişik yöntemler de var. Ama bugün için şunu söyleyelim, altın standart mamografidir. Tabii mamografinin 35-40 yaşlarından önce çekilmesi hem çok yararlı değildir hem de gereksiz radyasyon verileceği için önerilmez.
Özellikle 40 yaşından itibaren senede bir ya da iki senede bir düzenli mamografi çektirmenin bu hastalığı erken yakalamak ve dolayısıyla da daha iyi sonuç almakta önemini biliyoruz.
Daha genç yaşlarda ise ilk kullanacağımız görüntüleme yöntemi ultrasondur. Ultrasonla da tanı koyabilmekteyiz. Fakat bu arada riskli gruplarda, genç kişilerde MR’ı da yine tarama yöntemi olarak kullanmamız mümkün olabilmektedir.
Yani sonuçta şunu söyleyelim, 35 yaşından genç insanlarda ultrason ve gerekirse MR, 35’ten sonra ise mamografi öne çıkıyor. Fakat mamografiyi de tabii ultrasonla desteklediğimiz takdirde daha iyi sonuçlar elde etmek mümkündür.
Meme kanserinde tanı koymada biyopsinin önemi nedir ve tipleri nelerdir?
Meme hastalıklarında tanıyı, hastanın şikayeti, fizik muayene bulguları, görüntüleme yöntemleriyle elde ettiklerimiz ve biyopsiyle koymaktayız. Biyopsiyle de en sık kullandıklarımız ince iğne aspirasyonu biyopsisi, kalın iğne biyopsisi, daha az kullandığımız insizyonel biyopsi ve eksizyonel biyopsidir. Bunların arasında en sık kullanmakta olduğumuz ince iğne aspirasyonu biyopsisi ve kalın iğne biyopsileridir. Bunlarla tanıyı daha kolay koymakta ve hastalığın tedavisinin seyrini belirlemekteyiz.
Meme kanseri tanısında kalın iğne biyopsisi nedir ve nasıl yapılır?
Meme kanseri tanısında kalın iğne biyopsisi, ince iğne aspirasyon biyopsisinden farklı ve daha etkili bir yöntemdir. Kalın iğne biyopsisi için özel bir alet kullanılır. Bu alet içeriye girer ve düğmesine basıldığında bir doku numunesi alıp dışarı çıkar. Dolayısıyla ince iğne aspirasyon biyopsisinde hücre örneği alırken, kalın biyopside doku örneği almış oluruz.
Doku örneği aldığımız zaman tanıyı koymak daha kolay, tümöre ait birtakım özellikleri hesaplamak daha kolay olmaktadır. Bugün için meme kanserinde tanıyı en iyi kalın iğne biyopsisiyle koyduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır.
Biyopsi bize hastalığın evresi ile ilgili net bir bilgi veriyor mu?
Biyopsi tek başına hastalığın evresiyle ilgili net bilgi vermez. Meme kanseri evrelemesi, çeşitli faktörlerin bir araya getirilmesiyle belirlenir. Bu faktörler şunlardır:
- Tümörün boyutu: Muayene veya görüntüleme yöntemleriyle tümörün çapı belirlenir.
- Lenf bezlerine yayılım: Koltuk altı lenf bezlerinde sıçrama olup olmadığı değerlendirilir.
- Biyopsi sonuçları: Biyopside tümörün tipi, östrojene ve progesterona duyarlılığı gibi çeşitli parametreler incelenir.
Bu bilgilerin tümü bir araya getirilerek meme kanserinin evresi belirlenir. Yani biyopsi, evreleme sürecinde önemli bir rol oynar ancak tek başına yeterli değildir.
Meme kanserinde evreleme nasıl yapılır, önemi nedir?
Meme kanserinde evreleme, uluslararası TNM sistemine göre yapılır. Bu sistemde T tümörün çapını, N lenf nodu tutulumunu ve M de metastazı ifade eder. Buna göre evre 1, evre 2, evre 3 ve evre 4’ten bahsetmek mümkündür. Hastalığın evresi ne kadar erken ise tedavisi o kadar daha kolay ve sonuçlar da o kadar daha iyi olmaktadır.
Meme kanseri tedavisinde ne tür yöntemler vardır?
Meme kanseri tedavisinde hangi yöntemler kullanılıyor? Öncelikle evrelemeyi açıklayalım: Evre 1, Evre 2, Evre 3 ve Evre 4.
Evre 1 ve 2’ye erken evre diyebiliriz. Evre 3, lokal ileri, birazcık ilerlemiş. Evre 4 ise sistemik bir yayılım göstermiş, metastaz yapmış hasta demek. Şimdi evreye göre yaklaşımımız değişiyor.
Evre 1 ve 2’de genellikle cerrahi ile başlıyoruz tedaviye. Biraz ilerlemişse, yani Evre 3’te ya da 2’nin sonundaysa, önce tıbbi tedavi yapıp hastalığı geriletip ondan sonra ameliyat yapabiliyoruz.
Ameliyattan önce uygulanan ilaç tedavisinin ne faydası var?
Örneğin, hastanın tümörü büyüktür. Dolayısıyla tüm memeyi almak gerekiyordur. Halbuki bu tedavi yapıldıktan sonra tümör küçülürse memeyi kurtarmak mümkün olabiliyor. Keza koltuk altında bir yayılım vardır. Bu tedaviyle tamamen o yayılım bitebilir. O zaman da koltuk altında sınırlı ameliyatla bu işi bitirebiliriz. Çünkü koltuk altında geniş cerrahi yaptığınız zaman bunun üstüne bir de radyoterapi eklenirse her 5 kadından birinde kolda kalıcı şişme olabiliyor. Lenfödem dediğimiz olay. Dolayısıyla erken evrede yapacağımız daha sınırlı işlerle daha iyi sonuçlar almamız mümkün.
Hastalık biraz ileriyse de biz bunu ilaç tedavisiyle mümkünse geriletip ondan sonra erken evre gibi bir duruma getirip cerrahi yaptığımız zaman daha iyi sonuç elde edebiliyoruz. Yani evre arttıkça aslında tedavinin boyutu da, sırası da değişiyor, uygulanan miktarı da değişiyor. Evre yükseldikçe kemoterapi gibi tedaviler öne geliyor ve onların sayı-miktarı artabiliyor. Cerrahi tedavide ise gerilediği takdirde yine memeyi korumak mümkün olabiliyor.
Şunu da belirtmek isterim: Tümör yaygın diyelim veya genetik riski var, ailesel riski var. O memeyi komple almakta fayda var gibi görünüyor. O zaman eğer risk yüksekse diğer kanser olmayan meme de gündeme gelebilir.
Buradaki hedefimiz şu: Her iki memenin içini boşaltmak, ondan sonra oraya ya silikon protez ya kendi vücudundan doku koyarak memelerini tekrar oluşturmak.
Bunun faydası şu: Hem kanser cerrahisi yapmış oluyoruz hem de ameliyattan sonra hasta memelerinin yerinde olduğunu ve görünümünün belki daha da iyi olduğunu görmüş olabiliyor. Mesela meme sarkık ve büyük olabilir. Bu ameliyattan sonra hem meme küçültülüp hem de silikon protez konulduğu zaman daha iyi bir görünüm, daha iyi bir hayat kalitesi sağlamış olabiliyor bu hastaya. Yani bir nevi estetik ameliyat gibi bir şey oluyor aslında ama kanser önleyici bir ameliyat. Kanser yoksa önleyici, kanser varsa tekrarlamasını önleyici ameliyat yapmış olabiliyoruz.
Memede oluşan lezyonlara yaklaşım nasıldır?
Meme kanseri veya memede herhangi bir lezyon oluştuğunda nasıl bir yaklaşım izlenir? Öncelikle, kadın bize bir şikayetle gelebilir. Bu şikayetler arasında ele gelen bir sertlik, meme ucundan akıntı, meme cildinde renk değişikliği, kızarıklık, şişme veya koltuk altında bir sertlik, şişme olabilir. Ya da hasta normal kontrole gelmiştir ve kendi kendini muayene etmemektedir. Biz onu muayene ettiğimiz zaman bu veya buna benzer birtakım bulgular bulabiliriz. Hatta bazen hastanın bir şikayeti olmayabilir, biz muayenede herhangi bir şey bulamayabiliriz. Özellikle 40 yaşından itibaren mamografi, daha öncesinde de ultrasonla yapılan tetkiklerde memede bazı görüntüler görebiliriz. Yani meme yapısında bir değişim, bizim distorsiyon dediğimiz, memede birtakım kalsiyum çökeltileri gibi bazı yapılar gördüğümüz zaman bunlar memedeki lezyonlara yaklaşımdır.
Bir adım ötesi de memede bir şey gördüğümüz zaman bunun biyopsiyle doğrulanması lazım. Yani memede bir olay var, bunun iyi huylu mu kötü huylu mu olduğunu bilmiyoruz. Belli bir riski var, bunların bir derecelendirilmesi var. Belli bir riskin üstünde kanser olma ihtimali daha fazla. Bunları radyologlar BI-RADS dediğimiz birtakım rakamlarla karakterize ediyorlar. Bu rakam büyüdüğü zaman kanser olma ihtimali daha fazla. Biyopsi yapılıyor. Biyopsi de eskiden bir şey görüldüğü zaman hemen üstüne gidip kesmek şeklindeydi. Bugün için bunu yapmayı önermiyoruz. Daha çok ince veya kalın iğneyle biyopsi yapılması önerilir ki herhangi bir kanser saptanması halinde yapacağınız ameliyatı etkilemesin diye. Kesici bir biyopsi yaptığınız zaman daha sonra yapacağınız ameliyatı zorlaştırmaktasınız. O bakımdan mümkün olduğu kadar ince veya kalın iğneyle biyopsi yapmakta fayda var.
Fakat bazen bu da mümkün olmayabilir. Ele gelmeyen küçük bir odak vardır. Neresi çıkarılacağı tam belli değildir. O zaman ameliyattan önce telle veya başka yöntemlerle memedeki hastalıklı bölgeyi işaretliyoruz. Ameliyatta sadece o bölgeyi çıkarabiliyoruz. Ya da ameliyat tercih etmeyip de vakum biyopsi dediğimiz, daha çok radyologların yapmış olduğu bir yöntemle de ilgili bölge çıkarılıp tamamı veya bir kısmı o bölgenin tanısı konulabilmekte. Dolayısıyla bütün bu çerçeveleri düşündüğümüz zaman muayene, görüntüleme ve biyopsi birbirini tamamlayan yöntemlerdir.
Memede ele gelmeyen kitlelere yaklaşım nasıldır?
Memede ele gelmeyen kitleler, meme kanseri konusunda ayrı bir konudur. Çünkü kişi bir kitle veya sertlikle geldiği zaman ya da biz muayene ettiğimiz zaman bir kitle görüp üzerine tetkik ettiğimiz zaman iş daha kolaydır. Fakat kişinin bir şikayeti yok. Biz muayenede bir şey bulmuyoruz. Fakat çekilen filmlerde, mamografide olabilir, ultrasonda olabilir, şüpheli bir bölge saptanıyor. Bunlara yaklaşım çok farklı. Çünkü çoğunlukla elimize gelmediği için tam da yerini belirleyemediğimiz için bunlara yapılacak olan tanı ya da tedavi amaçlı girişim bir öncekinden farklı. Mutlaka öncelikle o bölgenin çıkarılması lazım.
Eskiden teknikler bu kadar gelişmemişken, memede şüpheli bir bölge ve palpe edilemiyor, yani ele gelmiyor iken tahmini bir bölge çıkarılır idi ve o tahmini bölgeden tanı ve tedaviye gidilirdi. Halbuki birkaç sene geçtikten sonra bu hastaların bir kısmında çekilen filmde görülür ki o bölge çıkarılmamış ya da yeterince çıkarılmamış olabiliyor idi. Bugün için biz telle işaretleyerek ya da birtakım başka boyalı maddelerle, radyoaktif maddelerle işaretleyerek ilgili bölgeyi garanti altına alıyoruz. Neresi olduğunu anlamayı ve ondan sonra ilgili bölgeyi çıkarıyoruz. Dolayısıyla memede ele gelmeyen bir olay olduğu zaman o da önemlidir. Onun da şöyle bir önemi var: Çoğunlukla çok erken aşamada bir kanseri yakalama şansımız var. Dolayısıyla memede ele gelmeyen bir lezyon saptar isek bunun üstüne giderek bir kanseri çok erken evrede yakalamak ya da kansere dönüşme riski yüksek olan bir yapıyı yakalayıp ortadan yok ederek hastaya büyük bir iyilik yapmış olacağız.
Prof. Dr. Abut Kebudi
Genel Cerrahi Uzmanı
Cerrahi Onkoloji Uzmanı
Prof. Dr. Abut Kebudi, 1981 yılında İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1988 yılında İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamlayarak, Genel Cerrahi uzmanı oldu. 1992 yılında ABD Kaliforniya Üniversitesi’nde (University of California, Los Angeles) Laparoskopik cerrahi ve Onkolojik cerrahi (özellikle meme kanseri) konularında çalıştı.
Prof. Dr. Abut Kebudi, 1998’de Genel Cerrahi Doçenti, 2004 yılında Profesör oldu. Cerrahi Onkoloji Yan Dal Uzmanlığı vardır. “European Breast Center (Düsseldorf)” Onkoplastik Meme Cerrahisi Sertifikası, “European Board of Surgery Sertifikası” vardır. 2004-2016 yıllarında Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’inde profesör olarak görev yaptı, aynı fakültede Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanlığı, Cerrahi Tıp Bilimleri Bölüm Başkanlığı, Fakülte Yönetim Kurulu Üyesi, Fakülte Kurulu üyesi, Dekan Yardımcısı, Sağlık Hukuku Merkezi (SAHUMER) Başkanı idari görevlerini yürüttü.